Yazılarım E-postana gelsin.

Yaz E-Postanı!

7 Nisan 2017 Cuma

Gülşiir - Ahmet Erhan

Özlem Ekici

Geceyarısı, karanlık bir bozkırda
Işıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım
içinde onca insan, içinde dünya...
Soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum
Ve bilmeyen sonsuzluk nedir,
Haklı olan kim bu kargaşada?
Ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir
Ucu bucağı olmayan bu çığlığın
Ortasında nasıl barışılabilir?
Anlamak isterim, hangi yasa
Bir beşikle bir darağacını
Aynı ağaçtan, ne adına varedebilir?

Sorular sormak için geldim şu dünyaya 
Yasım acıların yasıdır
Boynumu üzgün bir çiçek gibi kırıp da
Yollara düştüğümde, başımda deniz köpüklerinden
Ya da sabah yellerinden bir taçla
Yürüdüğüme inanırdım - yanılırdım
Geceyi günle, acıyı sevinçle kardığım
Bu söylencenin bir yerinde durakladım
Ve anlatamadım, konuşamadım bir daha.

Acını ödünç ver bana, gözyaşlarını
Damarlarında uyuyan sevinci ödünç ver
Yitirdim çünkü onları da..
İlenmiyorum, el çırpmıyorum artık
Ne aklımda yaşadıklarım üstüne düşünceler
Ne de geleceğime dair bir tasa.
Gelirken çan çalmıyor yalnızlık
Bir adam, bir sokak, bir ev
Yüzle, gülüşler, susuşlar boyunca

Soruların vardı senin, ne çok soruların 
Gözlerin dünyayı eleyip dururdu boyuna
Bir fısıltı gibi başladı sevgim
Çığlık oldu, kağıtlarda çiçek açtı sonra
Sonrası...Mutlu bile olduk bazı
Artık sen yadsısan da ne kadar
Ya da ben bilmiyorum mutluluk nedir
Anlatsın yollar, yollar, yollar...

Şimdi gece, soluğumu verdim içime
Az önce kağıtlara gül kuruları serptim
Dolaplardan kekik, nane kokuları çıkardım
Öylece serptim, seni yazacağım diye
Sen ki, deniz görmemiş bir deniz kızısın 
Aklımın almadığı bir yerde, öylesin
Şimdi gece, iki kişilik bu yalnızlık
Bize artık yeter de artar bile...

Dünyanın ölümünü gördüm, suyun toprağın
En yakın dostlarımın birer birer
Vakitsiz açan çiçeklerin, vakitli doğan çocukların
Ölümünü gördüm, ama kimse
İnandıramaz beni öldüğüne sevgilerin!
Yaşam ki bir kum saatidir usulca akan
Dolan sevgilerimizdir biz boşaldıkca
Yaşımız biraz da sevgilerimizin akranıdır
Vereceğimiz tek şey budur dünyaya.

Şu dağılgan yüreğimi, şu köpüklere imrenen
Yüreğimi bir gün yollara atarsam
Bir gün bir nehir yataklarına dolarsam, korkarım
Suyumun çoğu senden yana akacak
Bütün sözcüklere adını ekleyeceğim
Güldeniz, Gülekmek, Gülyağmur, Gülsarap
Gülaşk, Gülsiir, Gülahmet, Gülerhan
Ey gül yaşamım, yitip giden düşlerim!

Gecelerdi, solgun - sessiz tüterdi yüzün
Yatağımda bir kımıltıydın, dilimde türkü
Uykusunda konuşurken sesini öptüğüm
Varmak için beyninin kıvrak dağ yollarına
Kokundu, bedenimi saran o ince buğu
Esintisinde usul usul yürüdüğüm
Ki değişmem yaseminlerle, portakal ağaçlarıyla..

Sanki bir kız yürürdü yollarda
Evimin sokağına girer, paspasa ayaklarını silerdi
Kapımı açardı gümüş bir anahtarla
Sanki hep gelirdi, sevişirdik bazı, konuşurduk
Tozlu kitapların yığıldığı odalarda
Kalırdı duvarlarda gülüşünden bir tini
Yatağımda bedeninden bir oyuk.

Benimse ellerim titrerdi, alnının aklığından
Saçlarına saçlarına doğru titrerdi
Şimdi kağıtların üstünde gidip gelen ellerim
Titremiyor artık , yolunu biliyor şimdi
Geceyarılarını çoktan geçti
Bu şiir bitmeyince varolmayacak ellerim
Ellerim uykusuz, ellerim geberesiye yalnız
Süzülüp alçalıyor karanlığa doğru.

Bütün yaşamım seninle geçiyor belleğimden
Seninle var ve seninle sürüp gidecek artık
Bir akdeniz kentinde limon koklayan
Ve hep ufkun ardına bakan çocuk
Acıyı buldu sonunda, kanayan bir gülden
Çaldı yüzünü bir yaşamlık
Geçer şimdi dumanlı bir kentin sokaklarından
Şaire çıkar adı - az buçuk kaçık.

Yeryüzünden silinmiş ırkların sonuncusuyum ben
Oturup da şimdi aşk şiiri yazmam bundan
Gülsün köpek sürüsü, lime lime edip
Bu dizeleri, satsınlar haraç-mezat
Doğru, benden sonra da tufan kopmayacak
Ama haykıracağım laflarını tuzla kesip
Yitip giden bu aşkı, nefesim tükenene dek.

Beynime bir sarkaç gibi vuruyor sorular
Neresinde yanıldık biz bu yaşamın?
Hangi el bozdu büyüyü, hangi yazı
Acılara hüküm verdi, soldan sağa taşarak?
Kalbimde yıllardır kabuk bağladı yaralar
Ödüm kopuyor, bir gün hepsi birden kanamaya başlayacak diye
Yenilmeyeceğim, boyun eğmeyeceğim hiçbir şeye
Hep direnen bir yanım kalacak
Adımın soluk izi, acının seyir defterinde.

şimdi gece, bindokuzyüzseksenikiyle
Üçyüzaltmışbeşi çarp - oradayım işte
Yorgun değilim, umarsızım yalnızca
Geçmişle geleceğin öpüştüğü yerde bir nokta
Gibiyim ve çoktan dürüldü defterim
Uçurumlar üstünde uçuşur dizelerim
Onlara köprü olacak bir beden yoksa da..

Bu benim yalnızlığım, dalsızlığım benim
Kana kana içtiğim çeşmelerden susayarak ayrılmak
Titreyen bir ışık karanlıklarda
Onu kim görebilir, kim tanıyabilir?
Sonuda hep bir soruyla karşı karşıya kalmak
Boynumun borcu bu, ödenmedi yıllardır.

Her aşktan böyle bir şiir kaldı bende
Yaşamımın bir dilimini özetleyen
Unutuşun çiçekleri bunun için hiç açmıyor
Donuyor bir gülüş tek bir dizede
Yaşanmış yüzlerce anı, buruk bir özlem
Çivileniyor beynimin bir yerlerine
Geride -hayır- acılar filan da kalmıyor
Bir boşluk yalnızca, uçurumlara özenen.

Nefret ediyorum ve seviyorum seni
Girdiğin bütün kapıları açık bırak
Birazdan git diyebilirim çünkü..
Çağım yalnız bırakmıyor beni, ellerini 
Tutuşumda, usulca öpüşümde dudağını
Çağım aramızda çekilen kanlı bir bayrak
Uzayan, akan bir irin yolu gibi.

Sözcükleri güden çobanları var kalbimin
Beynimin yaşamı saran kıskaçları
Bitsin dediğim yerde bunun için başlıyorum
Yitirdiğim her şeye dönüp de bakmam bundan
Sensin yalnızlığa uzanan yolların düğüm yeri
Ama şu anda içimde öyle çoğulsun ki
Böyle irkilmezdim dünyayı kucaklasam.

Çapraz yalnızlıklar astım göğsüme
Yollarda bir  savaşçı gibi yürüdüğüm doğrudur
Gözlerle, dillerle kuşatılmış bir ülke
kalbimdir ona tek sınır
Susmayı bunun için severim bir çığlık gibi
Donup kalır sesim kendi göğünde
Onu ne anlayan, ne de duyan bulunur.

Yaşamım sonsuz bir hac yolculuğuna dönüşüyor burada
Kendi içimde ya da uzak yollarda
Bulduğum ve yitirdiğim bütün varlıklar
Bir mozayiğe biçim veriyorlar sessizce..
Bende dünyanın acısıyla sevinci öpüşüyor
Irmakların birleştiği o nokta benim
İtilip tekmelendiğim bütün kapılarda
Bana atılan her taş şimdi çiçek açıyor.

Bir gün anlarsın beni neden suskunum
Dünya içimde konuşurken böyle
Bedenimi aşıyor yorgunluğum
Karşında oturduğum masalardan dökülüp saçılıyor
Bu öyle bir çığlık ki, susuşlar kalıyor geride
Ondan öte her söz bir saçmalığı büyütüyor.

Adını çoktan unuttun yüzün aklımda
Ve bu şiiri neden sana adadığımı bilmiyorum
Ama her güzellik nasılsa kendi adını bulur
Bunun için ben Gül dedim sana..
Yine de bir çiçeğe bunca yağmur yağarsa
Kökleri toprağı saramaz olur
Üstüne titrediğim her şeyi yitirmeyi öğrendim çoktan

Söylenecek bir tek sözüm kalmazsa
Çizerim yüzünü kuşların kanatlarına 
Her çırpınışta gökyüzüne dağılır
Yüzün, hücrelerine varana dek uçuşur.

Kağıtların aklığına aşkın tortusu çöküyor
Parklar, sokaklar, söylenmiş ya da söylenmemiş sözler

Yazdıkça biraz daha unutuyorum seni
Ve her yerde düş tacirleri, şiirseviciler
Bir şeyleri yorumlayıp duruyorlar aptalca
Büyüteçlerle inceliyorlar şu yitik ömrümüzü
Ben aşkın son hasatçısı, son peygamber
Gülünç, soyu tükenmiş bir varlığı oynuyorum boyuna.

Sana artık bir sığınak olsun bu şiir
Noterlere ver onaylasınlar - her hakkı saklıdır
Düşün, kalemimi sen tuttun yazarken
Yeni okula başlayan bir çocuğa yardım eder gibi
Öyle acemilikler yaptım ki ben
Hiç kalır bu şiir onların yanında ve
Nasıl ayaktayım diye şaşıyorum bazen.

Görüp göreceği son şey bu şiirdir dünyanın
Çığlığımdan arta kalan bunlar olacak
Aklımın son kırıntılarını da burada harcıyorum
Bundan böyle ibreler hep eskiye vuracak
Yakınmıyorum, yerinmiyorum hiçbir şeyle
Kalırsa odalarda unutulmuş birkaç şiir
Bir yeniyetmen in altını çizeceği dizeler benden
Senin adın nasılsa bir gün hepsini tamamlayacak...

Ahmet ERHAN


6 Nisan 2017 Perşembe

Beni Güzel Hatırla - Okan Savcı

Özlem Ekici
Beni güzel hatırla
Bunlar son satırlar
Farzet ki bir rüyaydım esip geçtim hayatından
Yada bir yağmr sel oldum sokağında
Sonra toprak çekti suyu kaybolup gittim
Beklide bir rüyaydım
Senin için..
Uyandın ve ben bittim
Beni güzel hatırla
Çünkü sevdim seni ben her şeyini
Sana sırdaş oldum dost oldum koynumda ağladın
Yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini
Beni üzdün kınamadım
Alışıktım vefasızlığa el oldun aldırmadım
Beni güzel hatırla
Sayfalarca mektup bıraktım sana
Şiirler yazdım her gece
Çoğunu okutmadım
Sakladım günahını sevabını içimde
Sessizce gittim senden öncekiler gibi sende anlamadın
Beni güzel hatırla
Sana unutulmaz geceler bıraktım
Sana en yorgun sabahlar
Gülüşümü gözlerimi sonra sesimi bıraktım
En güzel şiirleri okudum gözlerine baka baka
Söylenmemiş merhabalar sakladım her köşeye
Vedalar bıraktım duraklarda
Ne arasan bir sevdanın içinde
Fazlasıyla bıraktım ardımda
Beni güzel hatırla
Dizlerimde uyuduğunu düşün
Saçını okşadığımı üşüyen ellerini ısıttığımı
Mutlu olduğun anları getir gözünün önüne
Anlından öptüğüm dakikaları
Birazdan kapını çalan kişi olabileceğini düşün
Şaşırtmayı severim biliyorsun
Bu da sana son sürprizim olsun
Şimdi seninle yaşanan günleri ateşe veriyorum
Beni güzel hatırla
GİDİYORUM …

Okan Savcı






5 Nisan 2017 Çarşamba

Ölüm Gibi Bir Şey Ataleti

Özlem Ekici

  Birisi öldü. Ne hissediyorum? Dürüstçe, hiçbir şey hissetmiyorum. Üzüntü mü? Deniyorum. Üzülmeye çalışıyorum. Olmuyor. Israr ediyorum, anılar düşünüyor, yeri geliyor yenilerini yaratıyorum. Geçen zaman içinde, yine de üzülmüyorum.

  Ölüme üzülüyorum, ölene değil. Acımasızca geliyor kulağa farkındayım, okurken düşünüyoruz, saçma geliyor. Bir insanoğlu Nasıl bu şekilde görebilir deniliyor.
  Bakalım; ne yaparsak yapalım, ölen olacağız. Tek yapabildiğimiz ertelemek. Kaçsak ne yazar ki? Elinde sonunda o bizden daha hızlı koşuyor. Bu durumdan çaresizliğimiz ölüme karşı olduğundan, ölene dokunamayacağım için, peşinden gidip yardım edemeyeceğim için üzülemiyorum.
  O kadar zorluyorum ki kendimi. Şakaklarım ağrıyor, parmaklarım karıncalanıyor. Bazen oturacak gücüm bile kalmıyor, gerçek anlamda kendimle savaşıyorum, ne için; üzülmek için. Ne kadar komedi aslında(!).
Sanırım benim durumum işi fazla ciddiye alıyor olmamdan kaynaklanıyor. Kaçamayacak, atlatamayacak, saklanamayacak, en iyisi de zorlanmayacak bir şeyden.
Durum bu; ölene değil, ölüme üzülüyorum.

4 Nisan 2017 Salı

Olvido - Ahmet Muhip Dranas

Özlem Ekici
Hoyrattır bu akşamüstüler daima.
Gün saltanatıyla gitti mi bir defa
Yalnızlığımızla doldurup her yeri
Bir renk çığlığı içinde bahçemizden,
Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan
Lavanta çiçeği kokan kederleri;
Hoyrattır bu akşamüstüler daima.

Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar
Unutuşun o tunç kapısını zorlar
Ve ruh, atılan oklarla delik deşik;
İşte, doğduğun eski evdesin birden
Yolunu gözlüyor lamba ve merdiven,
Susmuş ninnilerle gıcırdıyor beşik
Ve cümle yitikler, mağlûplar, mahzunlar...

Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir
Kağıtlarda yarım bırakılmış şiir;
İnsan, yağmur kokan bir sabaha karşı
Hatırlar bir gün bir camı açtığını,
Duran bir bulutu, bir kuş uçtuğunu,
Çöküp peynir ekmek yediği bir taşı...
Bütün bunlar aşkın güzelliğiyledir.

Aşklar uçup gitmiş olmalı bir yazla
Halay çeken kızlar misali kolkola.
Ya sizler! ey geçmiş zaman etekleri,
İhtiyaç ağaçlı, kuytu bahçelerden
Ayışığı gibi sürüklenip giden;
Geceye bırakıp yorgun erkekleri
Salınan etekler fısıltıyla, nazla.

Ebedi âşığın dönüşünü bekler
Yalan yeminlerin tanığı çiçekler
Artık olmayacak baharlar içinde.
Ey, ömrün en güzel türküsü aldanış!
Aldan, geçmiş olsa bile ümitsiz kış;
Her garipsi ayak izi kar içinde
Dönmeyen âşığın serptiği çiçekler.

Ya sen! ey sen! Esen dallar arasından
Bir parıltı gibi görünüp kaybolan
Ne istersin benden akşam saatinde?
Bir gülüşü olsun görülmemiş kadın,
Nasıl ölümsüzsün aynasında aşkın;
Hatıraların bu uyanma vaktinde
Sensin hep, sen, esen dallar arasından.

Ey unutuş! kapat artık pencereni,
Çoktan derinliğine çekmiş deniz beni;
Çıkmaz artık sular altından o dünya.
Bir duman yükselir gibidir kederden
Macerası çoktan bitmiş o şeylerden.
Amansız gecenle yayıl dört yanıma
Ey unutuş! kurtar bu gamlardan beni.

Ahmet Muhip DRANAS




1 Nisan 2017 Cumartesi

Ben Senden Önce Ölmek İsterim - Nazım Hikmet Ran

Özlem Ekici
Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi,beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.

Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin
Fedakarlığımı anlıyorsun
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orada beraber yaşarız
külümün içinde külün
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi oradan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
Bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?
İçimden bir şey :
belki diyor.

Nazım Hikmet Ran

24 Mart 2017 Cuma

İdris'le Konuşma - Edip Cansever

Özlem Ekici
-İdris, sen ne yapıyorsun kuşların yanında
-İdris'le konuşuyorum

Kuşları okuyorum içimde, ağacın kuşlarını
Yeni pişmiş çilek reçeli gibi kaynayan
Dalların üzerinde
Gemilere dadanan kuşları okuyorum bir de
Göklerde bir başına dolaşan
Görkemle
Büyük denizlerdeki yalnız kuşları
Ve okuyorum yıllardır bütün yalnızlıkları
Okuyorum da 
Kuş olsun, insan olsun
Yalnızlık sevmesini bilmeyenlerin icadı
İşte
Suları fiyakayla göğüsleyen yelkovan kuşları
Geçiyorlar martıların peşi sıra
Ve küçük bir evin üst katı martı
Duvarlarından sümbüller akan
Sanki çok öpüşmelik kuşlar bunlar, çok sevişmelik
Ve seninle biz iyi ki
Sevmelerin ustasıyız, güzel şaşkınlıkların
Önce yüreklerimizi alıştırmışız buna, sonra kafalarımızı
Ki bu yüzden içimiz hiçbir zaman yoksul değil
Yoksul olmadı.

Bak
Bu kalın kalın ellerimi soruyordun, bu çürük çürük bakan
gözlerimi
Dokunuyor ellerim gördüğün gibi
Anlıyor dokunduğunu benden önce
Emiyor suyu gözlerimse
Emziriyor güneşi
Ve uçsuz bucaksız bir maviliği yaratıyor onlar
Her gün
Yaratacaklar elbette
Ve sözgelimi ben
Üstünde gökyüzünün
Kum taşıyan mavnalar gibiyim

Kimi zaman kavuniçi, kimi zaman Osmanlı yeşili
Sabahtan akşama kadar seyrederim
Ve derim ki biz
Çok değerli bir yüzük taşının halkasında sıralanmışız
Ana sütü gibi bir aydınlık içinde
Yani şu yeryüzünü bir uçtan bir uca kuşatmışız
Dik tutarak gövdemizi
Umutla
Bazan da yıkılarak kendiliğimizden ya da bir kurşunla
Ve bu hızlı akışa yaşayıp ölmek deriz.

Yaşayıp ölmek, deriz, ne denir daha başka
Denir, çok şeyler denir, biliyorum
Geçecektir hayatımıza mutlaka
Çok inandığımız bir şeyin çocukluğu
Sonra gençliği, sonra oturmuşluğu
Sonra hayat hayat gibi olacaktır.

Bakma sen, kuşlar bir uçumluktur ne de olsa
Denizler bir fırtınalık görkemli
Bizse kendimizi insan olarak
Bir tohum gibi dikmişiz sonsuzluğa.

Edip Cansever 


21 Mart 2017 Salı

Lokman Hekimin Sev Dediği - Metin Eloğlu

Özlem Ekici

Bu yürek 
Seni seveceğini biliyordu herhalde 
Bu kafa seni kuracağını seziyordu hanidir 
Bire bin veren buğday 
Elmadaki mayhoşluk 
Hukuki beşer 
Çınçınlı hamam 
Çizmedeki kedi 
Sanki elleriyle koymuşlar gibi 
İkimizden bir işmar 
Seni sevmemiş olsam , sözlerim yarı yarıya 
Gözlerim yarım 
Ellerim çolak hüseyin eli 
Seni sevmesem , nefes almayı beceremem ki 
Bugün günlerden ne ? 
Cumartesi 
Seni sevdiğim için , Cumartesi elbet 
Seni sevdiğim için , bak temmuz ayındayız 
Ayşe onbaşı , pir sultan abdal , büsbütün sevdalıyım sana
Bu gemiler nereye gidiyor , seni sevdiğim için 

Seni sevdiğimden , suyun akası geliyor 
Bacaların tütesi 
Nurhayat’ın halleri , seni sevdiğim için güzel 
İbrahim’in dilleri 
İnsan seni sevince , tutsaklığa kızar tabi 
Savaşın adı geçse , cinifrit olur 
Ereğli’nin kömürünü düşünür , ne kömür o be 
Raman’ı düşünür , Çukurova’yı düşünür 
Seni sevdiği için , Haliç’te bir uğultu 
Marmara’da bir deniz 
Isparta bahçesinde güller 
Seni sevdiği için goncalanıyor 
Seni sevdiğim için , kilim dokuyor Avşar’da 
Yarın sabahlar , seni sevdiğim için icat edildi 
Penisilin , halk şiiri , canlı sinema 
Mapushaneler , yedi düvel , harbi ispanyol nezlesi 
Sultan Hamid , don civani 
Ne bilsinler seni sevdiğimi 
Başaklanmayan yulafa söylemeli 
Cılk yumurtaya 
Paslı demire 
Kulağını bükmeli kurtlu kirazın 
Hoşnut değilllerse bu gidaşattan 
Akıl etsinler seni sevdiğimi , 
Yeşille turuncunun kafa barıştırması , bu sevdadan ötürü 
Tepemizdeki o göçmez tavan 
Sulardaki yakamoz , ortancadaki pembe 
Ben seni sevdim diye 
Bingöl vilayetinde , kamyondan inince 
Tığ gibi bir delikanlıya soruyorum 
Siz nerenin bulutlarısınız böyle ? 
Biz sizin sevdanızın bulutlarıyız 
Bir yıldızlı akşamı varsa Ankara’nın 
1953 kışları içinde 
Karnı tok , sırtı pekse hısım akrabanın 
Konu-komşu , dirlik düzenlik içindeyse 
Birbirimizi daha çok sevelim diye 
İnsan seni sevince iş-güç sahibi oluyor 
Şair oluyor mesela 
Meyhaneden cayıyor bir akşamüzeri 
Caysın be güzel 
Caysın be iyi 
Tütünü bırakıyor , tütün neyime zarar 
Keseme zarar , ciğerime zara , sevdama zarar 
Seni sevince adamın papuçları eskimiyor 
Beti-benzi yeni çarktan çıkmış gibi 
Seni sevince insan bilgili saygılı gönlü gani şen 
Saçları zencefilli 
Erkencecik evine dönmek istiyor canı 
Hep seni düşün 
Hep seni yaşat 
Hep seni yıka 
Seni doyur üç öğün 
Seni bir kanım uyut , sonra uyandır 
Lokman hekim , seni sev diyor bana 
Seni sevmeseydim , ilkbaharı kodunsa bul gayrı 
İstanbul diye bir kent yoktu ki yeryüzünde 
Umut diye bir şey yoktu ki , seni sevmeseydim 
Hak , hukuk , bereket diye 
Eşitlik , kardeşlik , hürriyet diye 
Yüreğime sağlık ne iyi ettim..!

Metin Eloğlu





17 Mart 2017 Cuma

Levla'ya Göre Yazar

Özlem Ekici
 Yazar olmak dünyayı değiştirmek ve bu yeni dünyanın kapılarını aralamaktır diyebiliriz kısaca...
  Ne yazacağımı kara kara düşünürken aklıma gelen ilk cümleleri sarf etmek daha cazip geldi bir an için. Ne olursa yani öyle gelişigüzel bir şekilde… Belki bir şiir ya da bir özdeyiş, ya da bir öykü… Derken aklıma yazarlık neydi sorusu takıldı.  Yani ne içeriyordu ve hangi değerlere sahipti sorusu? Çünkü yazarlık denilen süreç sancılı bir seçimdi ve fazlasıyla acı doluydu. Ve beni meşgul eden de buydu sanırım. Yazar olmanın değerleri… İsterseniz sayalım.
O öncü olandı.
O farklı olandı.
O taşıdığı kaygıyla ve düşüncelerle kutsal olmalıydı.
Unutmayalım ki kutsallık sadece tanrıdan gelmez, üstlenilen görevler ve buna inançtan gelir, bunun uğruna feda edilenlerden gelir.

Yazar hayatı yeni baştan yorumlayandı.
Yazar sürekli düşünen, düşüncenin potasında erittikleriyle hayatı yeniden kurgulayandı. Yaratıcıydı, bu yönüyle sanatçıydı.
İktidarla sürekli başı dertte olandı, aykırıydı, farklıydı.
Kavgacıydı, bu onun uzlaşmaz kişiliğiyle bütünleşmişti.
Mükemmeliyetçiydi, insanüstü bir çabayla bunu toplumsal-siyasal-kültürel hayatta sürekli zorlayandı.
Susmayan bir bilinçaltına sahipti ve unutkanlık onu öldürürdü, bunu da zihninin bir tarafına kazımıştı.
Bir çocuk edasıyla ve saflığıyla heyecanlı bir halde geleceği bekleyendi.
Umut taşıyan bir çift gözdü.
Fazlasıyla yalnız olandı bu dünyada.
Fazlasıyla samimi ve fazlasıyla kendi topraklarına ait olandı.
Bu özellikler artırılabilir ama kesinlikle değiştirilemez. Çünkü yazar olmak ilk önce insan olmaktı. Ve bu değerler aslında yazar değil insanı tarif etmekteydi.

Kısacası yazar olmanın zor yanı gerçekten insan olarak kalmanın ta kendisiydi. 

  Her eline kalemi alıp yazana da yazar demek elbette ki Tolstoy'a, Dostoyevski'ye hakaret olabilir niteliktedir ancak onlar gibi olduğumuzda ve bu kriterler çevresinde yaşadığımızda birer yazar olabiliriz. Yazar olmak insan olmak olduğu kadar daha birçok etmeni de içinde bulunduruyor mesela;
 Her yazarın kendine ait bir dili ve uslübu vardır, bunlar çerçevesinde çağını veya çevresini aktarır satırlarında. 
 Yazar olmak için çok okumak veya çok yazmak gerekmeyebilir kimileri için ancak akıcı bir dil ve özgün bir tarz mutlaka gerekir.
  Okuduğumuz bir yazı boş bir içerikse bunu kaleme alana yazar demek ne kadar doğrudur?

İşte tüm bu noktalar çevresinde yazar oluruz, olunur. 

 Eğer bir yazarsanız öncelikle insan olmalı ardından da gerçek bir yazar olma kriterlerini barındırmalısınız. Aksi takdirde Tolstoy'a veya Dostoyevski'ye veya bildiğiniz diğer yazarlara haksızlık etmiş oluyoruz. 

Özlem Ekici, Personal Blogger Templates | Blog aa

Levla'nın Not Defteri - Kişisel Blog | Bütün Hakları Saklıdır | Copyright © | 2016 - 2023