Bugün sizlere severek kullandığım bir güzel siteden bahsedeceğim: 1000kitap.com
Okurların ve kitapseverlerin kullandığı bir siteyken son zamanlarda gittikçe yaygınlaşan bir yer olmaya başladı. Şimdi sizlere 1000kitap nedir, ne işe yarar, kitap mı okuyoruz biz orada gibi soruları yanıtlayalım.
1000Kitap Nedir?
Kitap okumaya yarayan bir site değildir. Peki nedir? Kitapları okudum, okuyorum - şu sayfadayım- veya yarım bıraktım diyerek sınıflandırabiliyoruz. Okumak istediklerimizi de okuyacağım olarak belirtebiliyoruz. Okuduğumuz kitapları dilersek puanlayabiliyor veya kitap hakkında incelememizi paylaşabiliyoruz. Kitaplardan alıntılar ekleyip eklenilen alıntıları beğenip paylaşabiliyoruz. Ayrıca okuyacak olduğumuz bir kitap var ama kararsızız, birçok okurun yaptığı incelemelere göz atıp karar verebiliriz.
Okurken yorumlayan ve alıntılar paylaşmayı seven bir okur olaraktan bu siteye bayılıyorum. Üstelik uygulaması da mevcut. Dilerseniz telefondan dilerseniz bilgisayar üzerinden rahatça girebilirsiniz. Üye olmak da çok kolay.
Okur puanı denilen bir sistem mevcut ki okuduğunuz kitap sayısına göre yaptığınız inceleme ve paylaştığınız alıntı sayısına bağlı olaraktan artıp azalan bir puanlama sistemi. Bu bazen beni gaza getiriyor, mesela daha fazla alıntı paylaşmak için daha dikkatli okuyorum. Blogumuza veya sitemize koymak için bile çeşitli bileşenleri var, benimki sağ altta mesela.
Tüm bunlarla birlikte kitap okuyan bir toplulukta olmak beni çok mutlu ediyor. Hiç tanımadığınız biriyle bir kitap üzerine tanışıp saatlerce kitaplar üzerine sohbetler edebiliyorsunuz. O sohbetin tadına doyum olmuyor.
Blogumdaki kitap incelemelimin azalmasının sebebi de sanırım bu uygulama, beni kendine çok fazla bağladı. Her neyse lafı fazla uzatmadan size bu aralar severek takıldığım ve bol bol aktif olduğum bir site ve uygulamayı tanıtmak istedim. 1000kitap.com'a yolunuz düşerse buyrun bu benim adresim: tık>>Buralarda zaten hep görüştük, hoş kalın.
3 Mayıs 2017 Çarşamba
2 Mayıs 2017 Salı
Aykırı Yaşamak - Şükrü Erbaş
Geriye bakarak yanıtlıyoruz birbirimizi
Bir destek aranır bir güç alırcasına
Dönerek ikide bir anıların ülkesine..
Alnımızı gererek konuşuyoruz, kaşlarımızı
Bir ince eğimle siper edip bakışlarımıza
Çok iyi bildiğimiz bir duyguyu
- O biraz yenilgiye biraz ezikliğe benzer
Ortak yaşadığımız sızım sızım -
Saklamaya çalışıyoruz birbirimizden.
Uzun uzun susuyoruz sözün kıyılarında
Hangi kapıyı aralasak bir uzaklık esiyor
Hiçbir düşünceyi sonuna dek götüremiyoruz.
- Böyle belirlenmiş sınırlar içinde
Bir iç denetimle, bir dış denetimle
Konuşmasak da eski tadını yitirdi -
Düşler kuruyoruz yeniden gelecek üzerine
Kaldırıp kirpiklerimizi ayak uçlarımızdan
Dağlara bakıyoruz, ufuklara, bulutlara
- Ah, o insan yüreğinin değişmeyen tutkusu -
Bir güncel sesle sonra, çirkin ve çiğ
Bir kirli görüntüyle hayata ilişkin
Dönüyoruz gerçeğin o kalın çizgisine..
Yeni yeni yaşamlar kuruyoruz ödünler vererek
Aklımızda yüzlerce geçerli açıklama:
"Yaşamak zorundayız nasılsa, iyidir
Hiç yoktan var olmak" adına
Karşı çıktığımız ne varsa yapıyoruz hepsini.
Bir kan pıhtısı gibi yarada kuruyan
Binlerce uyuşturucu merhemle donuyor kalbinizde
Anılar inançlar incelikler düşler..
ŞÜKRÜ ERBAŞ
24 Nisan 2017 Pazartesi
ÇİMENLERİ SEVERDİ
Dışarıdan bakıldığında kırklarında birinin bedenini değil de gezegenin yakınından geçmiş kuyruklu yıldızın bıraktığı kadar hasarı olan bir bedeni vardı. Hafif kırçıl saçlı, yıllardır uzamayan sakalı, aksak sağ ayağı, balkon denilemeyecek kadar küçük ama göbeksiz denilemeyecek kadar da ayva etli, gülümsemesinden sonra insanın aklından çıkmayan, eskilerin tabiri ile fazlasıyla babacan biri ama bir o kadar de deli bir insandı. Adı Ömür, bir dertsiz adamdı.
“Neden yaşlanmıyorsun?” desen, “Her minibüse bindiğimde
cebimde tam para tutuyorum, stres yok” derdi. Hiç minibüse binmezdi. Sen ben
kadar fakirdi. Tek geçim kaynağı bir Hristiyan mezarlığının çimenleriydi. Ömrünü
yeşile adamış, ölümü senden benden önce görmüş ve dersini almış biri sanırdın.
Bazen anlatmaya başlardı.
“Bir gece canım sıkıldı gittim mezarlığa. Belki dedim beni
özleyen olmuştur. Daha bir gece önce gelen bir çocuk vardı. Adını hatırlamam ama
ağlamasını unutamam. Yanında kız arkadaşıyla gelmişti ama babasıyla dalga
geçercesine konuşuyordu.” Eğlence olarak anlattıkları acıydı.
Ayağını sorsan boğanın altında kaldığını, otobüs çarptığını,
Taksim’de bıçaklandığını, doğuştan olduğunu, eski karısı yüzünden bacanağının
arkadaşları ile olan kavgada olduğunu filan anlatırdı. Kimse hiçbir zaman
ayağının neden aksak olduğunu bilemedi. Arada bir söyledi ama biz anlamadık
belki de!
Bir gece birlikte yürürken konuştuk dertleştik yine. Ertesi
gün mezarlığa gittim. Yoktu. Ömür amcanın çimenleri boştu. Evinin önüne
yürüdüm, polis kaynıyordu. Ambulans gelip, bedenini alana kadar izledim onu.
Her an kalkacak gibiydi.
Öğlen gibi hastaneden karakola döndüğünde, onları gördüm.
Üstleri çamur içinde, nezarethanede tost yiyorlardı. Ne oldukları ve ne
olacakları belliydi. Ama ne kadar hasar verdiklerini asla anlayamayacaklardı.
Ömür amcayı öldürmenin ne yararı dokunmuştu ki onlara?
Hristiyan olduğunu yarım-yamalak ingilizcem ile konuşabildiğim
kardeşinden öğrendim. En sevdiğim giysileri kendim ütüledim, ölü bedenine
makyaj yapılırken izledim. Biz üç-beş neye inandığı belli olmayan insanın
katılımı ile gerçekleşen cenazesini, yıllar önce yaşamış sevdalısının yanına
gömerlerken anladım birçok şeyi. Çok sevdiği çimenlerin altına yatırılırken tek
düşündüğüm bundan sonra Ömür amcayı soranlara anlatacağım dünyada kavuşamadığı
sevgilisine olan vefa öyküsü olacaktı. Çimenleri hep yeşil kaldı Ömür amcanın,
tıpkı sevdiği gibi.
21 Nisan 2017 Cuma
Sonsuza dek Sophie - Kemal Sayar
Gözleriniz madam!
Gözlerinize bakıyorum da;
Sanki bir yangın yeri!
Yüzünüz talan edilmiş bir imparatorluktan kalmış gibi!..
Bir şair oturmuş o iki kaşın arasına,
Tüten dumana ve akan kana bakmaksızın!
Aldırmaksızın parlıyan (patlayan) bombalara, şiir söylüyor gibi…
Aslında aşktır en çetin meydan muharebesi.
Siz koşuştururken lise bahçelerinde,
Dilinizde Goethe’den yarım yamalak ezberlenmiş iki dize,
Ve deri ceketinize yaslanmış yürürken yağmurda,
Bir şairdim ben; kalbini büyüten dumanlı odalarda!..
Benim kalbim dumanlı odalarda büyüdü madam, yalan yok!
Yalan asla olmayacak; çünkü ‘aşk’ üstümüze serpiştirip kaçan o yağmur,
Bir gün sizi de ıslatacak!..
Bir gün siz de hüzünle bakacaksınız kalbimin içine,
Orada yenilenmiş (yenilmiş) bir şarklıyı göreceksiniz!..
Biz şarklılar, yani Allah’a inananlar, oruç tutanlar,
Ve asla konuşamayacakları kızlara aşklananlar;
Hep yenildik!
Farklı mağlubiyetlerden kurtuldu (kuruldu) tarihimiz!..
Siz koşuştururken lise bahçelerinde,
Dilinizde Goethe’den yarım yamalak ezberlenmiş iki dize,
Ve deri ceketinize yaslanmış yürürken yağmurda,
Bir şairdim ben; kalbini büyüten dumanlı odalarda!..
Benim kalbim dumanlı odalarda büyüdü madam, yalan yok!
Yalan asla olmayacak; çünkü ‘aşk’ üstümüze serpiştirip kaçan o yağmur,
Bir gün sizi de ıslatacak!..
Bir gün siz de hüzünle bakacaksınız kalbimin içine,
Orada yenilenmiş (yenilmiş) bir şarklıyı göreceksiniz!..
Biz şarklılar, yani Allah’a inananlar, oruç tutanlar,
Ve asla konuşamayacakları kızlara aşklananlar;
Hep yenildik!
Farklı mağlubiyetlerden kurtuldu (kuruldu) tarihimiz!..
-Diyorum ki…
Vaktin varsa bu akşam…
Bizim yüzümüz kızarır madam,
Söylemeyiz!
Biz uzaktan sevmelerde birinciyiz.
Genç kızlara başımızı çevirip bir bakmayız,
Bir bakarsak, usulca elimizden kayarak; parçalanır kristal gençliğimiz!..
Biz kristal gençleriz madam,
Kolayca tuz buz oluruz!
Vaktin varsa bu akşam…
Bizim yüzümüz kızarır madam,
Söylemeyiz!
Biz uzaktan sevmelerde birinciyiz.
Genç kızlara başımızı çevirip bir bakmayız,
Bir bakarsak, usulca elimizden kayarak; parçalanır kristal gençliğimiz!..
Biz kristal gençleriz madam,
Kolayca tuz buz oluruz!
-‘Eve gitsem daha iyi’…
-İyi de benim o darmadağın halimi bırakıp nereye…
Her gece saatlerce alıştırma yapıp da,
Bir tek veda (sevda) sözü fısıldayamamanın sıkıntısını…
Aşksızlıktan solan bu cismi terk edip nereye gidiyorsun(uz) madam?
Merdivenlerde peşinizden koşup da,
İsminizi haykıramamayı…
Size bakarken; derin bir acıyla kıvrandığımı fark etmeden, nereye ha?
Her gece saatlerce alıştırma yapıp da,
Bir tek veda (sevda) sözü fısıldayamamanın sıkıntısını…
Aşksızlıktan solan bu cismi terk edip nereye gidiyorsun(uz) madam?
Merdivenlerde peşinizden koşup da,
İsminizi haykıramamayı…
Size bakarken; derin bir acıyla kıvrandığımı fark etmeden, nereye ha?
Sophie, Rosemary, Ayşegül. Onun için üç isim seçmişti.
Yukarıdaki satırlara baktı,
Ve “-Ben bunun âlâsını lise yıllarında yazdıydım” diyerek iç geçirdi.
Fakat nâlet olası o duygu yakasına yapıştığına göre,
Bir kez daha aynı sözcükleri kullanarak;
Bir öykü yazmalıydı!
Onun için üç isim seçmişti,
Kendisi için üç ölüm!..
Ve “-Ben bunun âlâsını lise yıllarında yazdıydım” diyerek iç geçirdi.
Fakat nâlet olası o duygu yakasına yapıştığına göre,
Bir kez daha aynı sözcükleri kullanarak;
Bir öykü yazmalıydı!
Onun için üç isim seçmişti,
Kendisi için üç ölüm!..
Bir gün yağmur yağsa,
Sırılsıklam o yağmurda ıslanacak,
Ve elinde sımsıkı tutuğu bir karanfille,
Gözyaşları saçlarından sızan yağmura karışacak (karışarak),
Onun kapısı önünde duracaktı…
Onun kapısı önünde duracak,
Ve asla (zili) çalmayacaktı!
O kapının önünde saatlerce ağlayacaktı.
O sırada fonda ‘’In your green eyes‘’ çalacaktı!..
Sırılsıklam o yağmurda ıslanacak,
Ve elinde sımsıkı tutuğu bir karanfille,
Gözyaşları saçlarından sızan yağmura karışacak (karışarak),
Onun kapısı önünde duracaktı…
Onun kapısı önünde duracak,
Ve asla (zili) çalmayacaktı!
O kapının önünde saatlerce ağlayacaktı.
O sırada fonda ‘’In your green eyes‘’ çalacaktı!..
-Sophie! Sophie!
Heyhat, Sophie gidiyordu!..
Mağrur bir prenses gibi şairin kalbinden sürgün edilmişti.
Sanki hilafet ilga ediliyordu!
Saltanat sefalete mahkum edilmişti!..
Tarih yeniden yazılıyordu…
Heyhat, Sophie gidiyordu!..
Mağrur bir prenses gibi şairin kalbinden sürgün edilmişti.
Sanki hilafet ilga ediliyordu!
Saltanat sefalete mahkum edilmişti!..
Tarih yeniden yazılıyordu…
-Sen benim sürgünümsün Sophie!
Benim ülkem dağlık ve karanlıktır.
Dağların arasından bana bir yol vardır!..
O yolu yürümek zordur!
Benim ülkem dağlık ve karanlıktır.
Dağların arasından bana bir yol vardır!..
O yolu yürümek zordur!
Sanki bir nüfus sayımı günü!..
Sokaklar boşalmıştı (boşaltılmış).
Pardesülü bir adam, sırtını asırlık ağaca vermiş,
Geniş bir alanın kenarında mızıka üflüyor.
Zaman zaman gözlerini uzak bir noktaya sabitleştirerek;
Kendisine bir soru soruyor.
Doğru cevabı bulmak için uzun uzun düşünüyor,
Ve gözleri ışıldayarak cevabını mırıldanıyor;
Bir gün o da gözlerindeki bu ışıltıyı fark eder
Ve elini kalbine değdirdiğinde içinde deveran eden;
O yoksulun aşkını tanımlar,
O şarklıyı keşfederse, yazacağı ilk şiire adını verecek:
‘Sonsuza dek, Sophie’…
Sokaklar boşalmıştı (boşaltılmış).
Pardesülü bir adam, sırtını asırlık ağaca vermiş,
Geniş bir alanın kenarında mızıka üflüyor.
Zaman zaman gözlerini uzak bir noktaya sabitleştirerek;
Kendisine bir soru soruyor.
Doğru cevabı bulmak için uzun uzun düşünüyor,
Ve gözleri ışıldayarak cevabını mırıldanıyor;
Bir gün o da gözlerindeki bu ışıltıyı fark eder
Ve elini kalbine değdirdiğinde içinde deveran eden;
O yoksulun aşkını tanımlar,
O şarklıyı keşfederse, yazacağı ilk şiire adını verecek:
‘Sonsuza dek, Sophie’…
Kemal Sayar
19 Nisan 2017 Çarşamba
Jurnal #2 : Son Dakika Haberleri
İlk güzel gelişmemiz beni sosyal medya hesaplarımdan takip edenlerin bildiği üzere artık Kalender Dergisiyle çalışıyorum. Dergimiz Kasım 2014 'ten beri yayın hayatına devam ediyor. İki aylık olarak yayınlanan dergimizin içeriği dopdolu, üstelik çocuklşarımız için de yazabilecekleri bir bölümleri var. Dergiyi satın alabilmek için size satış yerlerini gösteren bir görsel bırakıyorum ayrıca dergiyurdu.com adresinden de ulaşabilir ve satın alabilirsiniz. Dergi hakkında daha fazlası için bana ya da dergimizin gmaili olan kalenderdergisi@gmail.com adresine mail atabilirsiniz.
Bir diğer güzel gelişmemiz ise jdsezer.blogspot.com.tr bloguna verdiğim röportaj. Öncelikle Sezer beyin blogundan bahsedeceğim. Sezer beyin blogu çok yeni olmasına rağmen sade ve güzel bir projesi var. Bu projesi birçok blogger ile röportaj yapmak ve buna son gaz devam ediyor. Ben de beni tanımak isteyenler için röportajı yaptık, yayınladık. Beni merak edenler için röportaja buradan ulaşabilirsiniz. röportaj için tık
Bu güzel gelişmeler yüzünden blogu biraz boşlamış olabilirim ancak birkaç gün sonra bomba gibi geleceğim.
Buralarda bir yerlerde hep görüştük, hoş kalın.
16 Nisan 2017 Pazar
YEDEK HAYALLERİN VERDİĞİ ATALET
Hayaller vardır, bir
ışıltı gibi ansızın belirir düşünceler göğümüzde. Sonra aniden sönüverir ne
olduğunu bile anlamadan. Sonra tabi bir de daima hayal olan ama
gerçekleşmeyecek gözüyle baktığımız ve bu olmazsa şu olsun bari dediğimiz
hayaller topluluğu vardır. Yedek lastik taşır gibi bir hayale bağlı yedek
hayaller de vardır düşünce göğümüzde. Hayaller kurarız, bazen abartır
hayallerde yaşarız. Gerçeğe döndüğümüzde “Nereye getirdin bizi kaptan ya!” der
gibi kalırız.
Apartmanımız arka
bahçesinde bir nar ağacı var, ama ne işe yaradığını henüz anlayamadım. Her yıl
çiçek açar, nar verir. Düşünüyorum da onun da hayalleri var mıdır veya yedek
hayalleri nasıldır? Ben bu yıl dünyanın en fazla narını versem ne güzel olurdu
diye düşünüyor mudur? Sonra ne boş konuştum ha deyip bu yıl sadece açtığım
çiçeklerin yarısı kadar nar versem yeter diyor mudur? Yedeğe al hayalleri
kaptan, sonra bize oradan bir duble daha hayal koy. Hayal kurmak güzel ama
hayalleri hayat denen oyuna sokmak zor. Alın hayalleri oyundan, yedekleri
pistten alalım lütfen. Sanırım bir nar ağacının en büyük hayali dünyanın en iri
narını vermek falan olurdu, insanlar yemesin ama incelesin der gibi devasa bir
narı barındırmak ne müthiş olurdu. Narlaşma yazar neler diyorsun sen? Ağaç
oluyorsun anladık da bu kadar nara bağlama.
Saçmalamanın bir üst
seviyesine atlayan sayın yazarımız daha fazla nar ağacını süzmemesi gerektiğini
anlayınca perdeyi çeker ve yedek hayallerine geri döner. Bazen otobüste
karşılaştığım bir amca vardı böyle yaşlı ama genç gibi sonra şişman ama
zayıfımtırak bir de uzun ama kısamsı falan bir amca işte. Sürekli ettiği bir
muhabbeti var. Kim denk gelse hep aynı öğütler ve hayallerini anlatıyor. Emekli
öğretmen olmak istermiş ama olamamış çünkü halen çalışıyor. Bence işi olduğu
için sevinmeli zira ben hala işsizim. İş konusunda tüm taktiklerini denemiş ve
iş bulmuş amcamız ve emekli olmak için yaşını bekliyorken denk gelen gençlere
hayallerinden ve tecrübelerinden aşılıyor. Neden bilmiyorum ama bu yazıyı
yazmadan önce aklımda ilk o vardı ne ara nar ağacına geçtim bilmiyorum.
Yedek hayallerimiz
var, oyuna sokmayı beklediğimiz ve bir de asil hayallerimiz var ki
bulutlarımızın üstünde altın bir tahtta oturtup ölünceye kadar orada
ağırladığımız ve asla oyuna sokmayacaklarımız. Asiliyle yedeğiyle hayaller
güzel ve hayal kurmak güzel. Günün birinde acaba şahane yazılar yazacak mıyım
diye beklettiğim asil hayalimi de alıp gideceğim birazdan. Yazmak bile bazen
içimden gelmezken hayallerimin arasında ona dair bir asil hayal ve yedeklerinin
olması ironik değil mi?
Sanki artık oyunun
ortalarına geldikçe hayaller bütününde yedek sayısı artıyor. Asiller bir kenara
bırakılıyor gibi hissediyorum. Elimizdekilere göre hayalleri dallandırıp
budaklandırıyoruz. Yedek hayallerimiz hayatımıza yani oyuna daha çok yaklaşıyor
gibi. Her şey birer yanılgı olsa hayat da birer hayal olur muydu?
Yedekleri oyuna sokmakta geç kalmamanız dileğiyle, hoş
kalın.
12 Nisan 2017 Çarşamba
Leyla'ya Silinecek Şiirler - Deniz Tekin
Leyla
seni dün ışıksız bir sokakta gördüm
özlemişim güzel bakan çehreni
güzel insansın vesselam
seni gördüm
bir cebinde elin, diğerinde sigaran
seni gördüm
boşluğa bakıyordun
boşluğa yürüyordun
sağlam, güzel adımlarla
boşluğa koşuyordun hep yaptığın gibi
seni gördüm
omuzunda yağmur
omuzunda eski bir yağmurluk
omuzunda dünya, ve dünyada güzel olan ne vardıysa omuzunda
güzel insansın vesselam.
leyla
tutturmuşuz bir güzel insan olmaktır
sen, güzel insanlığınla ışıksız bir sokakta
ben, bütün insanlığımla peşinde
tutturmuşuz bir güzel insan olmaktır, gidemiyor
ne hayrını gördün bugüne dek?
a güzel kızım
omuzunda eski bir yağmurluk var
ayağında evin olmayan toprak
yüzünde solmamış bir tebessüm
umudu hala çıra gibi yanan bir meczup
a leyla
a güzel kızım
sen kendine ne yaptın?
hangi sokakta bıraktın sana verdiğim atkıyı
boynuna hangi rüzgarı aldın
sen beni hangi bozuk bahçeden çağırdın leyla
bu ne yaman iştir
burası
hangi güzel ülke olmalıdır leyla?
tutturmuşuz bir güzel insan olmaktır
bu nasıl güzel insan olmaktır leyla
sen, bütün gaddarlığınla asfaltsız bir yolda
ben, bütün acziyetimle peşinde
tutturmuşuz bir insan olmaktır, gidemiyor
bu diyarda asfalt olmalı leyla
bu diyarda toprak olmalı
bu diyarda, senin omuzunda adım adım dolaşan bir bulut olmalı
bu diyarda, senin omuzunda olmalı
omuzunda yağmur
omuzunda yoksul bir yağmurluk
umudu hala çıra gibi yanan bir meczup
leyla
korkuyorum, zira
boşluğa bakıyordun
boşluğa yürüyordun
yarım, umutsuz adımlarla / boşluğa yürüyordun
a güzel kızım
a benim çıra gibi yanan meczubum
sen beni hangi bozuk bahçeden çağırdın?
bu ne yaman iştir
bu nasıl bir yağmurdur leyla
çek şunları üstümden
al şunları üstümden
atkımı bok dolu bir çukurda buldum
umudu çıra gibi sönen bir meczubum
beni bırak
takıntılarım var
git buradan leyla, git!
kalbini kıracağım dedim
omuzların düşecek
yağmurun düşecek dedim
yağmurluğun düşecek
umudum çıra gibi sönüyor leyla
a leyla
a güzel kızım
sen kendine ne yaptın
a leyla
a güzel kızım
sen
kendine ne yaptın?
Deniz Tekin
11 Nisan 2017 Salı
YATMANIN CAN SIKAN ATALETİ
Sözün kısası bu
aralar tükendim, ne yazıyorum ne de okuyorum. Bir süre bloga ara mı versem
diyorum ama vicdan izin vermiyor. Levla beni dürtüyor, hadi yaz bloga okusunlar
diyor; yatmaya devam ediyorum. Diyeceksiniz ki bu kız ne çok yattı, kalkmak
için bir sebep bulamıyorum ki oblomovluk kanıma işledi. Öylesine yazıyorum
yine. Boş sözler belki ama anlaşılmak için yazmadığımı daha önceden de
demiştim. Anlatmış olmak için yazıp boşaltıyorum içimi.
Duvar da çözüm
bulamadı bana, ne oblomov oldun sen böyle diyorum; yatmaya devam ediiyorum.
Sonuç mu ben de bilmiyorum, duvar da bilmiyor. Sanırım kimse bilmiyor.
Oblomovluk kanıma işledi okurken, sen nasıl kitapsın yahu?
Dergilere yazılarımı
atıyorum ama hep daha önceki yazılar, yeni yazılar yok; yatıyorum çünkü. Oraya
buraya karalıyorum, yatıyorum. Duvara resim bile çizdim ama yatıyordum. Duvar
soğuktu, yatıyordum. Oblomov sabahtan akşama kadar yatıyordu, yatıyordum ben
de. Düşünüyordum, yatmaya devam ediyorum. Yazıyorum, hala yatıyorum.
Ve nihayet son.
Levla'dan Not: Atalet Dizinine bakmak için tık>
10 Nisan 2017 Pazartesi
AKIP GİDEN ZAMAN İSE
Zaman su gibi akıp
geçiyor. Vakit bir türlü geçmiyor derken yıllar hayatlar geçiyor. 100 yaşına
gelmiş birine soruyorsunuz nasıl geçtiğini hiç anlayamadığını söylüyor. Kime
sorsanız hep aynı cevap. Zamanı iyi değerlendirmemiz lazım. İkinci bir
hayatımız yok. Ya zamanı hoyratça kullanıp tüketeceğiz, ya da dolu dolu
yaşayacağız. Biriktirme şansımız yok çünkü.
Eflatun’un dediği gibi “aynı suda iki kez yıkanılmaz, zaman
akıp gider”. Ama insan şimdiyi yaşamaz ya geçmişe takılı kalır, ya da geleceğe
odaklanır. Hep varılacak bir yerin telaşı içindedir. Yaşam yolculuğunun tadını
çıkarmaz. Hep bir an önce bir bilinmeze varmak ister. Halbuki yaşamak bir
yolculuktur, süreçtir. Varılacak bir yer değildir. Sonra bir gün gelir ki
varılacak o yer aslında bir son.
Can Dündar'ın dizeleri zamanın nasıl akıp geçtiğini anlatır
gibi bize.
"Bir sarı lira gibi ömür.
'Yaşamak değil, beni bu telaş öldürecek' dediği gibi şairin,
O telaşla bırakın Paris yolunda ılık rüzgarla taramayı
saçlarınızı,
Sevdiğimizle doyasıya bir sohbet bile edemedik biz.
Gözümüz saatte söyleştik hep, koşuşur gibi seviştik,
Yarışır gibi çalıştık.
Hep yetişilecek bir yerler, aranacak adamlar, yapılacak
işler vardı.
Bir sonraki günün telaşı, bir öncekinin terine bulaştı.
Başkalarının hayatı, bizimkini aştı.
Kör karanlıkta çalar saat sesi yerine, kuşluk vakti,
kızarmış ekmek kokusu veya yavuklu busesiyle uyanma düşlerini ha babam
erteledik.
20’li yaşlardayken 30’lara kurduk saatin alarmını,
30’larımızda 40’lara, belki sonra 50’lere…
Lakin öyle yanlış kurgulanmış ki hayat, kuşlukta uyanma
fırsatı sunduğunda size, artık uyku girmez oluyor gözlerinize.
Doyasıya söyleşmek, telaşsız sevişmek için bol zamana
kavuştuğunuzda, söyleşecek, sevişecek kimsecikler kalmıyor yanınızda.
Özenle sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz, vakit gelip
sandıktan çıkardığınızda, bir de bakıyorsunuz ki, tedavülden kalkmış."
8 Nisan 2017 Cumartesi
Mataramda Tuzlu Su - İsmet Özel
West Indies,Kızıl Elma,İtaki,Maçin!
Uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
Beyazların yöresinde nasibim kalmadı
yerlilerin topraklarına karşı şuç işledim
zorbaların arasında tehlikeli bir nifak
uyrukların arasında uygunsuz biriyim
vahşetim
beni baygın meyvaların lezzetinden kopardı
kendime dünyada bir
acı kök tadı seçtim
yakın yerde soluklanacak gölge bana yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
Uzak nedir?
Kendinin bile ücrasında yaşayan benim için
gidecek yer ne kadar uzak olabilir?
Başım açık, saçlarımı ikiye
ortadan ayırdım
kimin ülkesinden geçsem
şakaklarımda dövmeler beni ele verecek
cesur ve onurlu diyecekler
halbuki suskun ve kederliyim
korsanlardan kaptığım gürlek nara
işime yaramıyor
rençberlerin o rahat
ve oturmuş lehçesinden tiksinirim
boynumda
bana yargı yükleyenlerin
utançlarından yapılma mücevherler
sırtımda sağır kantarı gizli bilgilerin
mataramdaki suya tuz ekledim, azığım yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
Bir hayatı,ısmarlama bir hayatı bırakıyorum
görenler üstünde iyi duruyor derdi her bakışta
askerken kantinden satın aldığım cep aynası
bazı geceler çıkarken
uçarı bir gülümseyişle takındığım muşta
gibi lükslerim de burda kalacak
siparişi yargıcılar tarafından verilmiş
bu hayattan ne koku, ne yankı, ne de boya
taşımamı yasaklayan belgeyi imzaladım
burada bitti artık işim, ocağım yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
İsmet Özel
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)