Vega ne demiş arkadaşlar:
“Bu sabahların bir anlamı olmalı.”
Olmalı bir şeyler artık. Bulunduğumuz noktadan bir adım öteye gidemeyecek duruma geldik. Kaldı ki bu kötü durumdan kurtulmak için beklemek dışında hiçbir uğraş vermiyoruz. Kimse çabalamadan bir başarıya ulaşmaz. Başarı deyişimde bir problem yok. Yok çünkü zor bir durum ve kolay aşılamayacak bir dağ gibi. Tırmanmaya çalıştıkça gücünüz tükeniyor, ilerledikçe “dağın öteki yüzü”nü görmeye başlıyorsunuz. Gerilediğinizi hissediyorsunuz belki fakat öyle bir şey yok. Her çabalayış size bir şey katar ve sizi asla geriye atmaz.
Biliyorum, geceleri uyumak çok zor geliyor. Düşünmekten beyninizin yandığını da hissediyorsunuzdur muhtemelen. Uyumak istiyorsunuz, uyuyamıyorsunuz. Hadi uyudunuz, rüyalarınız var. Kimse rüyasını hatırlamazken siz sırf o var diye her detayı hatırlıyor oluyorsunuz. Hemen herkese anlattığınızdan da unutamıyorsunuz. Çok değerli geliyor o rüyalar. Rüyanızda, sarılmışsınız. Uyanıyorsunuz, hala o sarılışı hissediyorsunuz. Fakat sonra dank ediyor, “GERÇEK DEĞİL!”
Gerçek olmayan şeyler, umutlar… Yakıyor değil mi?
Oralardan “Yanılıyorsun, umutlar çok mutlu ediyor.” sesleri duyuyorum. Arkadaşlar bir zaman sonra öyle güzel anlıyorsunuz ki umutlar kısa süreli mutluluklar. Zaman akıp gidiyor ve siz umut ettiğiniz ile kalıyorsunuz. E hani, n'oldu?
Hayal etmek, biliyorum arkadaşlar çok güzel. Bulutlara çıkmak gibi bir şey. Ve ben de çok hayal kuruyorum. Kurun, kurmayın diyemem. Bu hayatınızdan çok büyük bir mutluluğu çalmak olur. Ama diyeceğim şu ki ne olmayacak duaya amin deyin ne de kendinizi kaptırın.
Hayal olduğunu bilerek hayal etmek. İşte bunu öğrendiğiniz zaman çok büyüyorsunuz. Bir de kapınıza gelen, çok sevdiğiniz insanı artık kabul etmemek gerektiğini öğrenebildiğiniz zaman. Bana çok büyümüş olduğumu söylüyorlar, yazdıklarım öyleymiş. Ben hâlâ o, kapıma geldiği zaman “Hayır.” diyemiyorum. Demem gerektiğinin farkındayım, belki de bu büyümektir, bilemiyorum. Yahut vazgeçmenize rağmen gizliden gizliye ona olan sevginizi kalbinizin bir köşesinde saklamak, kimseler bilmeden, sizin bile haberiniz olmadan saklamak. Ne dersiniz bu mudur büyümek?
Büyümek lafı akrabalarımızdan duyduğumuz “Ayy, maşallah koca kız/adam olmuşsun.” cümlesiyle sınırlı kalabilse keşke. Daha 17’ime bile girmeden böyle satırlar yazıyorum. Bazen diyorum ki şu an hiçbir şeyin farkında olmayanlar gibi olsam ama hayat bana öyle şeyler dayatmış ki her şeyin ziyadesiyle farkındayım. Belki de böyle daha doğrudur. Daha çok farkında olmak, daha çok düşmek ve bununla beraber gelen daha çok şey öğrenmek. Kan revan olmak ama ardından yaşamı öğrenmek. Hem de yapayalnız. Zaten ne olduysa, yalnızken olmuştur. Böyle demişken çok sevdiğim bir dizi olan Yedi Güzel Adam dizisinden bir alıntı yapayım, sözü de çok sevmiştim: “Hayat en çok yalnızken yakalar kendi içinize olan o mûnis yolculuğunuzu."
Yedi Güzel Adam izleyin.
Yağmuru, bulutları sevin.
Ben gibi yanınızdaki gittiğinde anlamayın bazı şeyleri.
Ve hep dediğim gibi, sevebildiğiniz kadar sevin, çok sevip acı çektiğiniz günleri geri isteyeceksiniz kalbinizi hissetmediğiniz zaman.
Hoş kalın.
Uzun bir zamanın ardından merhaba diyerek başlamak istiyorum kelimelerime, bundan sonra yaşayacağım her saniyeye de merhaba... Hayatın koşuşturması arasında uzun uzun kendimi dinleyecek,kelimelerle baş başa kalacak pek vakit bulamadım, bu yüzden de yazıya dökemediğim cümleler artık kafamda hareketli birer nesneye bile dönüşmüş olabilirler. Kendi kendime beynimde konuşuyor bile olabilirim. :) Size bir sır vereyim mi kendi kendine konuşana değil de kendi kendine konuşmayana deli denir zannımca çünkü o kişi yaptığı, söylediği hiçbir şeyi sonradan düşünmediği için doğruları ya da yanlışları arasındaki ayrımın çoğu zaman farkına varmayacaktır. Bu yüzden kendi kendinize konuşmak, saatlerde düşünmekten asla kaçınmayın...
Kaybolan yıllarımın enkazları arasından gün yüzüne bakmaya çalıştığım günlerden birindeydim. Böyle günleri çok sık yaşamazdım çünkü hayatım bir amaçsızlıkla devam ediyordu. Yaşamak için yaşayan biri olmuştum çok zaman önce. Kaybettim ve kaybettiğim hiçbir şey için çaba göstermedim bu yüzden sadece ''hiç'' olarak sürdürüyorum yaşamımı. Bildiğim her şey çevremde ışık hızıyla değişiyor ve ben hiçbirine yetişemiyordum. Tanıdığım, hatıralarımın arasından gün yüzüne çıkmaya çalışan ne varsa hepsi birer yabancı halinde çevremde dolaşıyordu. Kaybolmuş şehrin anıları kalbimin tozlu raflarında gün ışığına muhtaç bir şekilde yaşıyordu. Artık bu şehre kimse uğramıyordu, mahallelerinde maç yapan çocuklar, kaldırımda oturan kadınlar, bağırarak sokak sokak dolaşan eskiciler, baloncular, simitçiler; hepsi sislerin ardından kayboluşa hükmetmişti. Tanımadığım bir terk edilmişlik sarmıştı çevreyi. Virane olmuş bir yaşanmışlık vardı etrafta, kış günlerine hakim olan sessizlik... Herkesin dilinde insanlık ölmüş cümleleri dolanırken hayata, kötülüklere umutsuzluklara inat yaşayan biriydim bir zamanlar. Sonra ne olduysa oldu işte; benden giden herkes hayatıma bir enkaz bırakarak gitti ve sonunda gördüğünüz bu enkaz yığını oluştu. Evet artık kırık dökük tuğlaların ardında gün ışığı görmeyi bekleyen bir enkaz yığınıyım. Böyle oldum belki de böyle oluşturuldum, hatırlamıyorum ama koskoca bir yaşanmışlığın izlerini taşıyorum her yanımda.