Yazılarım E-postana gelsin.

Yaz E-Postanı!

4 Ağustos 2017 Cuma

'Şurdan İki Kilo Melankoli Tartar Mısın Dayı' Ataleti

Özlem Ekici

Northern Exposure diye bir dizi izliyorum uzun zamandır. Yeni bişi değil 90'ların başında çekilmiş. Biraz Mahallenin Muhtarlarının Alaska'da çekilen versiyonu gibi. Ama içine felsefe, kızılderililik, 'uzakta olma' sosları eklenmiş. Eğlencesi de dramı da kıvamında. Mahallelinin içtenliği hissiyatı ve insan olmanın getirdiği acizlikler, çaresizlikler, eğlenceler, "-mış gibi göstermeler" hepsi iyi harmanlanmış, tavsiye ederim.

3.sezon idi sanırım, edilen bir laf, beni benden aldı yine:
"Life turns on a dime, and somehow, we muddle through."

  Hayat denen otomobil birden direksiyonunu sertçe çevirebiliyor, şoför uyuyakalabiliyor, şarampole yuvarlanacakmış duygusu verebiliyor. Lastik patlayıp yolda kalabiliyorsun, acil yardım bazen meşgul çalıyor bazen aradığımız yardımlara ulaşılamıyor. Ama her nedense bir şekilde üstesinden gelebiliyoruz. Son anda frene basıyoruz, sakat/ağır yaralı kalabiliyoruz, otostop çekip yola devam da ediyoruz bazen. Zaten üstesinden gelemediğimiz an, biz yokuz ki. Bir yerde okumuştum/duymuştum:
"Ölümden neden korkayım ki: ölüm varsa ben yokum, ben varsam ölüm yok."

  Evet, 'her şeyin üst üste gelme sendromu' neticesinde vardığım kanı bu yönde. Bi şekilde üstesinden geleceğiz. Gelemediğimiz an, zaten endişelenmemiz için bir neden olmayacak... "

  Bütün bunları aklından geçirirken, yazar uyuyakalır. Gördüğü rüya mıdır gerçek mi bilemez. Manavın önündedir sanki, tezgahlara bakar. Siyah tüller, bez parçaları, karga tüyleri, terlikler, meyveler vs... Hepsi simsiyah. Manava sorar:

- Hissiyat kaldı mı elinde acaba?
* Var tezgah altında bi kaç bişi.
- Şurdan 2 kilo melankoli tartar mısın dayı?
* 3 milyonluk olsa olur mu yeğenim?
......

31 Temmuz 2017 Pazartesi

Zamanın İpeksi Akıntısı

Özlem Ekici
Not: Bu bir iç döküş yazısıdır. 

  İstem dışı arzularla yüzümü buruşturuyorum. Dudaklarım aralanıyor, dudaklarıma merhem? Hayır, bu duvarlarda, bu evde ne bulunur ki? Bir yapboz verdi ellerime, karanlık bir yığını birleştirmemi beklemesi haksızlık değil mi? Çatlaklara yarayan bir kapatıcı buldum sonra, uzattığım kuruntuları avuçlarına aldı duvar. En güzel sahne bu! Kremleniyor duvarım, gereksinim olduğundan satın alınmış bir cümle gibi; sinsi bir dumanmış meğer özlemek...

Çok.

  Bunca zamandır birazcık bozulmuş olmalı yazdıklarım, saklandıkları yerlerden yorgun yorgun iç çekiyorlar. Soğuk, kızgınlar. Bizden gizlediklerin ne diyorlar. Bir şeyler yüzünden kırılmış olmam normal değil mi? Yatağımın üzerinde otururken, bir hazan sabahında, soğuk siyah sabahlığımla mutluydum. Beni öldürmeden önce... vakit çok geç olmadığında, beni bulabileceğin bir zamanda. Kollarından tutup sarsılan biri olmak, biraz sert davrandığını sezip boynunu eğmen. Hava ılık, alnın terlediğinde ellerimi havlun gibi, kullanmanı. Yanımda olmanı, kalçamı yastık olarak kullanmanı, uzanmanı, diş fırçanın rengini, ayakkabılarından önce hangisini giydiğini merak ettim. Duvar gibi,duvar gibi nasıl kalabildiğini. Bana yapbozu beceremeyen kız dediğinde, o yapbozları astığım duvara korlanmış ateşleri koyarken göz bebeklerine bakmak. Bana yer versin diye, güzel bir öyküyü yaşamak. Beslediğim inanç, kaybettiğim güven, zamanın ipeksi akıntısı.

Bir çocuk sevdim sevgili duvar, bak karşı duvarda yüzü asılı.

   Büzülmüş, dizleri düğümlenmiş kollarının arasında, gülüşü. Göğüslüğü açılmış bir erkek gömleğinden çıkan gece patiskası bir sırt. İnce ince kıvırdığı gömleğinin kolları. Bundan birkaç ay önce, sıradan biri değildi ama, o söylemişti bana. "Yıllar sonra." Beyzade bacaklara benzetmeler arıyordu, odamın kapısını açıyordu. Şaşkın şaşkın eşikte duruyor, yatmak için düzenlenmiş, açıklamalarda bulunurken elleri yüzümde, elleri suda. Ellerini suya hapsettim... Gözde olsa, ne fayda.

  Hiçbir varlıktan hoşlanmıyorum bugün, kendi varlığımdan da. Sarı perdeler, ak duvar kaplamalı güneş ışığı hissi yaratabilir mi? Duvar kaplamaları, hep otellerde mi güzel olur? Bembeyaz bir bina, yeni eşyaların ilk sabahında yarı uyanık halleri, sarsıntısız birkaç gecede, bedenimden ayrılıyor. Söyleyemem, hiçbir yapma koku... söylemeyeceğim. Sorma.

Gerçeği sayende gördüm, teşekkür ederim.

  Bir yolcu kadın barınağı, bir köşesinde bavulunu toplamaya çalışan bir adam, hangi kadın bu fotoğrafa gülümseyebilir ki? Yazı masamın üstünde el değmemiş, kurutma kağıtlarımla gülüşünü tamamlıyorum. Açık yaramda esneyen, bana özgün, garip ev sahibi gibi. Yüzünde, gözleri hüzünlü, ben konuşurken, gülmek ya da oynadığı günlerden birinde, küçücük yumruğumu yastığın yüzüne gömüyorum, tükürüğünü yalayarak aceleyle bitiriyor sözünü. Tiyatrolardaki gibi ellerimi alnıma vuruyorum. Her seferinde gözleriyle onaylıyor.

Duvar... Bir çocuk sevdim...
Gülüşüm, dudaklarının arasında saklı.
Duvar, yazık.
Zamanın ipeksi akıntısı akıyor çatlaklarından.








29 Temmuz 2017 Cumartesi

OKUYUN: KÖRLÜK

Özlem Ekici

  Sözde nerelerdeyim yazısından sonra uzun bir süre yazamayacaktım ancak mutlaka yazmam gereken bir kitapla karşılaştım. José Saramago'nun Körlük isimli kitabını okudum, bitirdim birkaç gün önce. Yazarı bu romanıyla tanıdım, iyi ki de tanımışım. Diğer kitaplarını da okuma listeme almış bulunmaktayım. Uzun süredir okuduğum en iyi kitaplardan biriydi. Lafı çok uzatmadan kitaptan biraz bahsedelim. 




Körlük özgün adı Blindless adlı roman  1998 de Nobel Edebiyat Ödülünü de  almış olan   Portekizli yazar José Saramago' nun bir eseridir.

Jose Saramago, bu romanında körlük olgusunu bir metafor olarak kullanmış, kişilere ad vermeksizin liberal demokrasinin insanları sürüklediği sağlıksız ortamı körlüğe benzeterek bulaşıcı körlük sembolü  ile anlatmak istemiştir.  Körlüğü bir metafor olarak kullanan yazar bu romanında insanların içinde hayvani duyguları ve insani erdemleri başarıyla yansıtmıştır. Roman pek çok dile çevrilmiş , yazarının  Nobel Ödülü almasında büyük bir katkıda bulunmuş,  bakmak ve görmek arasındaki farkı insanlara izah eden bu roman oldukça sevilmiştir.

Romanda körleşme felaketine uğrayan insanların içine düştükleri durum Nazi toplama kamplarında yaşananların durumunu andıran bir yaklaşımla dile getirilmiştir. Körlük R
romanı  özgün adı  Blindless ile  sinemaya da uyarlanmıştır. 

TANITIM BÜLTENİ
   Adı bilinmeyen bir ülkenin adı bilinmeyen bir kentinde, arabasının direksiyonunda trafik ışığının yeşile dönmesini bekleyen bir adam ansızın kör olur. Ancak karanlıklara değil, bembeyaz bir boşluğa gömülür. Arkasından, körlük salgını bütün kente, hatta bütün ülkeye yayılır. Ne yönetim kalır ülkede, ne de düzen; bütün körler karantinaya alınır. Hayal bile edilemeyecek bir kaos, pislik, açlık ve zorbalık hüküm sürmektedir artık. Yaşam durmuştur, insanların tek çabası, ne pahasına olursa olsun hayatta kalmaktır. Roman, kentteki akıl hastanesinde karantinaya alınan, oradan kurtulunca da birbirinden ayrılmayan, biri çocuk yedi kişiye odaklanır. Aralarında, bütün kentte gözleri gören tek kişi olan ve gruptakilere rehberlik eden bir kadın da vardır. Bu yedi kişi, cehenneme dönen bu kentte, hayatta kalabilmek için inanılmaz bir mücadele verir. Saramago’nun müthiş bir gözlem gücüyle betimlediği bu kaotik dünya, insanın karanlık yüzünün simgesi.

  Körlük, ürkütücü bir roman, beklenmedik bir felaketi yaşayan bir toplumun nasıl çöktüğünün, nasıl bencilleştiğinin ve değer yargılarını yitirdiğinin hikâyesi. Konusunun ürkütücülüğüne rağmen olağanüstü bir şiirsellikle anlatılmış bu unutulmaz roman, usta yazarın belki de en etkileyici yapıtı.
...

Saramago, kendisiyle yapılan bir söyleşide;
"nobel ödülü hakkındaki değerlendirmeniz?" sorusuna
"hayatımda aldığım en büyük ödül karım pilar’dır. işin aslına bakılırsa, en büyük devrim aşktır." yanıtını vermiş yazar.

aynı söyleşide körlük için ise;
"ne düşündüğümü merak ediyorsanız, bu kitapla anlatmak istediğim hepimizin körleşmeye başladığı değildi. bence körleşmiyoruz. hepimiz körüz. körüz ama bakıyoruz. bakabilen ama görmeyen kör insanlar."  demiş ki ben sırf bu yüzden bile bu kitabı okumayı düşünmüştüm.

Okunması gereken hatta mutlaka okumalısınız diyebileceğim bir eser. Yazarın diğer kitaplarına da bir göz atmalısınız, mesela ben bundan sonra uzun bir süre Saramago okumayı planlıyorum. Filmini de beğendiğimi es geçmeyeyim, izlemenizi öneririm. Son olarak sevdiğim birkaç alıntı ile bitirelim yazımızı.

ALINTILAR

Hiçbir mutluluk sonsuza kadar sürmediği gibi, mutsuzluk da geçicidir.
*
Papaz giysisi giymekle papaz olunmadığı gibi, eline asa almakla da kral olunmaz.
*
Zorunluluklar insana mucizeler yarattırır.
*
Felaket herkesin başına aynı anda çöktüğünde bile bazı insanlar ötekilerden her zaman daha kötü koşullarda yaşar.
*
İnsan aklı, kendi yarattığı canavarlara teslim olacak kadar ileri gidebiliyordu.
*
Bakabiliyorsan, gör. Görebiliyorsan fark et.
*
Her şeye egemen olan zamandır, zaman, kumar masasında karşımızda oturan öteki kumarbazdır ve bütün kartlar onun elindedir, bizler ancak yaşam karşılığında o masadan bir şeyler kazanırız, kendi yaşamımız karşılığında.
*
Ölecek olan zaten şimdiden öldü ama o bunu bilmiyor. Ölmeye yazgılı olduğumuzu doğduğumuzdan beri biliyoruz. işte bu yüzden, bir bakıma hepimiz ölü doğmuş sayılırız.
*
Yapacağımız her hareketten önce ciddi olarak düşünmeye başlasak, vereceği sonuçları önceden kestirmeye çalışsak, önce kesin sonuçları, sonra olası sonuçları, sonra raslantısal sonuçları, daha sonra da ortaya çıkması düşünülebilecek sonuçları düşünmeye kalksak, aklımıza bir şey geldiğinde, bulunduğumuz yerde çakılır, hangi yöne olursa olsun bir adım bile atamazdık.
*
Ölüm karşısında hınçların şiddetini ve zehrini yitirmesi beklenir, buna karşın nasırlaşmış kinlerin hiç eskimediği ve bunun kanıtlarına edebiyatta ve yaşamda bol bol rastlandığı ileri sürülür ki bu da doğrudur.
*
Dikkat edilmeyince fark edilmeyen özürler, sözü edilir edilmez göze batmaya başlardı.
*
Hepimizin zayıf anları olur ve ağlama yeteneğimizin olması bizim için sanştır, gözyaşları bizi çoğu kez huzura kavuşturur, ağlayamadığımız bazı durumlarda ölecek gibi oluruz.
*
Kendi ölçeğimizde gerçekleştirebileceğimiz tek mucize, yaşamayı sürdürmektir, şu kırılgan yaşamımızı kırılganlığıyla korumaktır ve buna her doğan gün yeniden başlamaktır, kör olan gözlerimiz değil de yaşamın kendisiymiş gibi, ne yöne döneceğini bilmeyen o imiş gibi.
*
Sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum, biz zaten kördük, gören körler mi gördüğü halde görmeyen körler.

SON

26 Temmuz 2017 Çarşamba

Jurnal #3 : Nerelerdeyim

Özlem Ekici
Merhabalar, 
Uzun süredir sadece şiir yazarak devam ediyoruz. Çünkü şu sıralar sadece şiir yazacak ilhamı ve vakti bulabiliyorum. Peki neler yapıyorsun derseniz, şöyle bir açıklamaya başlayacağım.

   Öncelikle şu sıralar başka bir üniversitede okumak için çırpınıyorum. Yani tercihler, araştırmalar ve sorgulamalar özellikle de okuduğum üniversite ile bağlantımı koparma çabalarındayım. Neyse çok uzatmadan bu sıralar yoğunum ama blogumu da boş bırakmak istemiyorum ve vakit buldukça yazıyorum, yayınlıyorum. Bloglar dünyasında sevdiğim birçok blogu takip ediyorum, düşüncelerimi yorum bırakıyorum. Kitap okuduğum kadar blog okuduğum da doğrudur. Dahası sevdiğim kitapları bulduğum için sürekli bir kitap okuma hevesindeyim. Hatta öyle bir hal aldı ki günler bile kısa geliyor. Sanırım kitaplarım bittiğinde üzüleceğim. Bu arada yeni yeni goodreads isimli uygulamayı kullanmaya başladım. Çok uzattım. Neyse, bu yaz tatilinde beklediğim gibi verimli olamayacağımı fark ettiğim için yazıyorum sizlere.  Tercih sonuçlarından sonra bir yazı daha yazacağım elbette, bu arada birkaç şiir ile devam edeceğiz. 

  Şiir demişken artık şiirlerimi toplamaya başladım, ilerisi için. Öykülerimi bilenler bilir, halen yazıyorum. Kısa bir ara verdim bu aralar, beni mazur görün. Hayallerimin peşinden gitmekle uğraşıyorum, bu yeterli bir sebep bence. 

  Son olarak bol bol şiir okuyun, gezin, kitap okuyun, küçük bir çocuğa gülümseyin, blogunuza içinizi dökün, yazın, çizin ve bugünlerinizin kıymetini bilin. 

Hoş kalın...

22 Temmuz 2017 Cumartesi

Döngüsel Yalnızlık

Özlem Ekici


Aynı utanca defalarca hizmet etmiş gibi,
Durmadan daha iyisini düşlemek,
Yazılmış bir şeylerin çizimi,
Ve düşmek.
Döngüsel yalnızlığın tarifi bu.
Duraksanan yerlerde, kütüğe kaydolmuş bir isteksizlikle,
Dilimi, dişlerimle bastırıp sustum.
İnsan, bazen bazı şeyleri anlatamıyor olduğu yerden çünkü.
Sesin buğulu bir taraflarından çekilmiş,
Günün hem doğumuna hem batımına denk gelmiş,
Çehresini rakımı yüksek bir kentten fırlatmış,
Büyük bir şehirden yakalamaya uğraşmış,
Durmadan ıslak bir mermere başını koyar gibi
Çürümesini istemediği cesedini yad eden benim.
İnsansı serüvenim bu.
Şah damarıma kadar sirayet eden bir şeyleri,
Olduğum her yerden tabanlarıma bakınca,
Stabilize ederek dindiriyorum.
-Toplumsal sorunlar, mağlup sayıldığım oylamalar ve enseme vuran gün ışıkları dahil-
Lakin belki,
Bükmekten başka bir işlevi de vardır şu boynun !
Ki her kıdeminde,
Asabi yolculuklarla, cama yaslanmış silüetin, garip kalabalıklar arasında esir olması engellenir.
Rejim dağılır ve sistem körelir.
Kendi, kentine yabancı nice kimse,
Birbirine ağır gelmez artık.
İnsan, insanın yorgunluğu olmaz.
Ve kimse yabancı kaldığı bir lisandan sorumlu tutulmaz.

15 Temmuz 2017 Cumartesi

BİTİŞ

Özlem Ekici

Seyri değişmiş bir şehir,
Boğuk hem,
Hem kargaşa, hem kasvet ve daha birçoğuna mensup.
Şehir, bazen beni andırıyor bana.
Yüzümü döndüğüm her yer ayna dolu ve hüznüm sesime katık.
Ben, herhangi birisiyim herhangi biri için.
Öldüm olası bir yerde, herhangi bir sebepten, herhangi bir şekilde.
Herhangi bir çocuk oldum.
Durdum, koştum, durdum.
Koştuğum her yerden babama, durduğum her yerden anneme açılan bir pencerenin camlarını taşa tuttum.
Taşları yonttum, yaşa tuttum.
Bir şiire başladım burdan.
Sen, çok güzel bir önsöz olarak belirdin.
Sen zaten her yerde güzel durursun.
-herhangi birisi bile bilir bunu-
Baktın adın geçiyor mısranın tekinde, baktın olmuyor, baktım olmuyor yazmam artık zaten.
Ağırlığın kadar harfi boğazıma dizip, bir ton şiiri musallat edersin bana.
Belki kimsenin harcı değil bu ve hafriyat halen çok sermaye gerektiriyor,
Sen kötü kalpli bir insandan arınır, bir Meryem olursun.
Bir kitapta rezerve olur yerin, arka dörtlü beşlenir, geldik ve uyandık oluruz biz o zaman.
Eğik ve zemberek bir okunuşu olur sonra bu şiirin.
Okunduğu gibi olunmayan bir yerde,
Artık,
Ağzına alıp alıp durma yazılanı-çizileni, mesela diyalektik, mesela kısır döngü ve düşünmek için var bu geceler.
Belki yazmak yoruyor, belki ben ne yapacağımı bilmiyorum.
Belki bir şey yapılamaz, belki olmaz, belki tebessümü ülkeler arasında bölüşmek tüm mesela.
Belki dünden beridir aklıma gelen bir şey vardır.
Belki unuturum, belki hatırlamak istemem.
Yeni alınmış bir kolye gibi yeni yeni tavırlar takın.
Düşman olma hem !
Hem anımsa, okunmuş bir şiiri kaç üfleme sonunda un ufak edişini !
Bir kere de bu karşı taraftan taraf ol.
Bir de oradan bak buraya.
Unutma hem !
Aslında yalnızca yalnızız biz.
Ki bu yalnızlık da, kişinin kendisiyle konuşma sürecinden sayılacak illa.
-Konuya ilişkin-
Ben birkaç saattir yalnızım ve sen ne arıyorsun içimde ?
Dişlerimi aralayıp gülüyorum ve sen içime oturuyorsun.
Dokunuyorsun. 
Hem kalk!
Kalk, durduğun her yerden !
Hem başkasının mutluluğuyla mutsuz olunmaz, başka mutsuzluktan mutluluk türemez.
Türemez işte.
Bu ne türev, ne alışmışlık.
Bu sadece yutkunarak tükenmişlik..
Bu yutkuna yutkuna can veriş, yutkuna yutkuna bitiş..

11 Temmuz 2017 Salı

SABAHLARIN BİR ANLAMI OLSUN

Özlem Ekici

Vega ne demiş arkadaşlar:
 “Bu sabahların bir anlamı olmalı.”
Olmalı bir şeyler artık. Bulunduğumuz noktadan bir adım öteye gidemeyecek duruma geldik. Kaldı ki bu kötü durumdan kurtulmak için beklemek dışında hiçbir uğraş vermiyoruz. Kimse çabalamadan bir başarıya ulaşmaz. Başarı deyişimde bir problem yok. Yok çünkü zor bir durum ve kolay aşılamayacak bir dağ gibi. Tırmanmaya çalıştıkça gücünüz tükeniyor, ilerledikçe “dağın öteki yüzü”nü görmeye başlıyorsunuz. Gerilediğinizi hissediyorsunuz belki fakat öyle bir şey yok. Her çabalayış size bir şey katar ve sizi asla geriye atmaz.

Biliyorum, geceleri uyumak çok zor geliyor. Düşünmekten beyninizin yandığını da hissediyorsunuzdur muhtemelen. Uyumak istiyorsunuz, uyuyamıyorsunuz. Hadi uyudunuz, rüyalarınız var. Kimse rüyasını hatırlamazken siz sırf o var diye her detayı hatırlıyor oluyorsunuz. Hemen herkese anlattığınızdan da unutamıyorsunuz. Çok değerli geliyor o rüyalar. Rüyanızda, sarılmışsınız. Uyanıyorsunuz, hala o sarılışı hissediyorsunuz. Fakat sonra dank ediyor,  “GERÇEK DEĞİL!”
Gerçek olmayan şeyler, umutlar… Yakıyor değil mi?
Oralardan “Yanılıyorsun, umutlar çok mutlu ediyor.” sesleri duyuyorum. Arkadaşlar bir zaman sonra öyle güzel anlıyorsunuz ki umutlar kısa süreli mutluluklar. Zaman akıp gidiyor ve siz umut ettiğiniz ile kalıyorsunuz. E hani, n'oldu?
Hayal etmek, biliyorum arkadaşlar çok güzel. Bulutlara çıkmak gibi bir şey. Ve ben de çok hayal kuruyorum. Kurun, kurmayın diyemem. Bu hayatınızdan çok büyük bir mutluluğu çalmak olur. Ama diyeceğim şu ki ne olmayacak duaya amin deyin ne de kendinizi kaptırın.
Hayal olduğunu bilerek hayal etmek. İşte bunu öğrendiğiniz zaman çok büyüyorsunuz. Bir de kapınıza gelen, çok sevdiğiniz insanı artık kabul etmemek gerektiğini öğrenebildiğiniz zaman. Bana çok büyümüş olduğumu söylüyorlar, yazdıklarım öyleymiş. Ben hâlâ o, kapıma geldiği zaman “Hayır.” diyemiyorum. Demem gerektiğinin farkındayım, belki de bu büyümektir, bilemiyorum. Yahut vazgeçmenize rağmen gizliden gizliye ona olan sevginizi kalbinizin bir köşesinde saklamak, kimseler bilmeden, sizin bile haberiniz olmadan saklamak. Ne dersiniz bu mudur büyümek?
Büyümek lafı akrabalarımızdan duyduğumuz “Ayy, maşallah koca kız/adam olmuşsun.” cümlesiyle sınırlı kalabilse keşke. Daha 17’ime bile girmeden böyle satırlar yazıyorum. Bazen diyorum ki şu an hiçbir şeyin farkında olmayanlar gibi olsam ama hayat bana öyle şeyler dayatmış ki her şeyin ziyadesiyle farkındayım. Belki de böyle daha doğrudur. Daha çok farkında olmak, daha çok düşmek ve bununla beraber gelen daha çok şey öğrenmek.  Kan revan olmak ama ardından yaşamı öğrenmek. Hem de yapayalnız. Zaten ne olduysa, yalnızken olmuştur. Böyle demişken çok sevdiğim bir dizi olan Yedi Güzel Adam dizisinden bir alıntı yapayım, sözü de çok sevmiştim: “Hayat en çok yalnızken yakalar kendi içinize olan o mûnis yolculuğunuzu."
Yedi Güzel Adam izleyin.
Yağmuru, bulutları sevin.
Ben gibi yanınızdaki gittiğinde anlamayın bazı şeyleri.
Ve hep dediğim gibi, sevebildiğiniz kadar sevin, çok sevip acı çektiğiniz günleri geri isteyeceksiniz kalbinizi hissetmediğiniz zaman.
Hoş kalın.

Özlem Ekici, Personal Blogger Templates | Blog aa

Levla'nın Not Defteri - Kişisel Blog | Bütün Hakları Saklıdır | Copyright © | 2016 - 2023